23 Kasım 2015 Pazartesi

Hattat Hafız Osman bin Ali Hafız Osman

Aklâm-ı sittede çığır açmış, müstesnâ şahsiyetlerden biri olan Hâfız Osman 1052/1642'de İstanbul'da dünyâya geldi. Babası Haseki Sultan Câmii müezzini Ali Efendi'dir. Tahsil çağına gelince Köprülüzâde Fâzıl Mustafa Paşa'nın himâyesine girmiş, onun yanında zamânının geçerli ilimlerini öğrenmiştir. Küçük yaşta hıfzını tamamlamış bu sebeple de Hâfız Osman diye anılmış ve meşhur olmuştur.

Yazı öğrenimine Şeyh mektebinin ünlü hattatlarından Büyük Derviş Ali'den aklâm-ı sitteyi meşk ederek başladı. Fakat hocası onu yaşlılığı sebebiyle talebesi Suyolcuzâde Mustafa Eyyûbî'ye gönderdi. Bir müddet Eyyûbî'nin derslerine devam ederek hat öğrenimini tamamladı ve on sekiz yaşında icâzet aldı. Yazıda elde ettiği bu seviyeyi yeterli bulmayan Hâfız Osman, Şeyh yolunun en kudretli hattatı Nefeszâde İsmâil Efendi'den aklâm-ı sitteyi yeniden meşk ederek Şeyh tavrının inceliklerini öğrendi. Bu arada üslûbuna kaynak olarak aldığı Şeyh murakka'larını tetkikle bilgi ve hünerini geliştirdi. Devrinin kudretli bir hattatı olarak temâyüz etti. Hâfız Osman, ekser mesâîsini yazıya hasrederdi. Hattâ 1083/1672'de Mısır, 1087/1677'de hac yolculuğu esnasında bile melekesini kaybetmemek için fırsat buldukça yazdığı, günümüze ulaşan karalama ve cüz örneklerinden anlaşılmaktadır.

Şöhreti saraya kadar ulaşan Hâfız Osman 1106'da Sultan II. Mustafa ve Şehzâde III. Ahmed'de hüsn-i hat muallimi tâyin edildi. Huzurda yapılan meşkte hacda giyilen ihrama benzer elbise giyer, padişah da üstadının hokkasını tutarak hürmet gösterirdi. Zaman zaman hocasına hayranlığını ifade eden padişah kendisine Diyarbekir veyâ Filibe mansıbı ayrıca kadılık pâyesi vererek maddî destek sağlamıştır. Bir gün ders esnâsında II. Mustafa, "Artık Hâfız Osman gibi hattat bir daha yetişmez" deyince Hâfız Osman, "Sultanımız gibi hocasının hokkasını tutan Sultanlar geldikçe daha nice Hâfız Osmanlar yetişir hünkârım" diyerek istidatların zuhurunda ve yetişmesinde sultanların târihi ve önemli bir rol oynadıklarını ifâde etmiştir.

Tasavvufî hayâta meyilli, mütevâzî bir şahsiyete sâhip olan Hâfız Osman, Sünbüliye tarîkatı şeyhlerinden Seyyid Alâeddin Efendi'ye intisap ederek mânevî eğitimini tamamlamıştır. İçinde bulunduğu itibar ve şöhrete rağmen o dâima dervişâne bir hayâtı tercih etmiş, iç dünyâsının güzelliklerini, âhengini, sükûnunu yazılarına aksettirmiştir.

Şeyh Hamdullah ekolünün nüyük üstadlarından sayılan Hâfız Osman, aklâm-ı sittede Şeyh-i sânî (ikinci şeyh) diye şöhret kazanmış, bu vâdîde takriben 1090/1678 târihinden itibâren Şeyh Hamdullah yazılarından beğendiği harfleri seçerek , harfleri küçültmüş, kelime ve harf aralıklarında, harflerin akustik duruş ve bünyelerinde daha güzel nisbet sağlamış, nöylee kendine has bir üslûp ortaya koymuştur. Açtığı çığır, yazıda yaptığı yenilikler devrinin bütün hattatlarını etkilediği gibi asırlarca da İslâm dünyâsında hâkim ve ideal üslûp olarak tesirini sürdürmüştür.

Aklâm-ı sitte, özellikle sülüs ve nesih yazılarında sayısız murakkâ', levhalar, en'âm, Delâilü'-hayrât ve yirmibeş mushaf yazmıştır. Bu mushaflardan bazıları değişik târihlerde basılmıştır. Bunlardan 1097/1686'da yazdığı Kur'ân-ı Kerim, Sultan II. Abdülhamid'in mâbeyincilerinden Osman Bey tarafından, Mehmed Emin nezâretinde, pâdişahın emriyle muayyen miktarı devlet ricâline hediye edilmek üzere büyük bir itina ile aharlı kağıda 1298/1881'de Matbaa-i Amîre'de basılmıştır. 1093/1682'de yazdığı ve Hasan b. Mustafa tarafından tezhip edilmiş Mushaf-ı Şerifi de büyük bir titizlikle 1387/1967 târihinde İstanbul'da Doğan Kardeş Matbaası'nda basılmıştır. Okunuşundaki rahatlık ve kolaylık sebebiyle İslâm dünyasında Hâfız Osman'ın mushafları yayılmış ve rağbet görmüştür.

Hâfız Osman ilk defa sülüs ve nesih hattıyla hilye kompoze etmiştir. Topkapı Sarayı müzesinde altı adet hilyesi varıdr. Sözlükte "süs, zînet, güzel sıfatlar, güzel yüz" gibi mânâlara hgelen hilye; Fahr-ı kânat Efendimizin Hz. Muhammed'in mübârek vasıfları ve bundan bahseden kitap, Hattat Hâfız Osman tarafından tertip edildiği bilinen, ekseriyâ da Hz. Ali'den rivâyet edilken hilye metninin yazıldığı levha anlaşılır.


Hâfız Osman'ın muhakkak, sülüs, nesih Hilye-i Şerîfe levhası, tezhip Muhsin Demironat
(Ekrem Hakkı Ayverdi Koleksiyonu)

Hayatta iken Hz. Peygamber'le görüşme fırsatı bulamamış kimseler, çocuklar, tâbiîn neslinde müslüman olanlar Hz. Muhammed'e duydukları özlem ve hasretlerini ashâbın sözlü tasvirlerini dinleyerek gidermişlerdir. Başta Hz. Ali olmak üzere Enes bin Mâlik, hind b. Ebî Hâle, Bera b. 'Azîb, Câbir b. Semure ile Ümmü Ma'bed'in rivayetleri daha tafsilatlı ve meşhur olanlarıdır. Bu rivâyetler zamanla zenginleşmiş, şemâil ve hilye adıyla hadis ve siyer kitaplarında yer almış, bu konuda müstakil eserler telif edilmiştir. İcn Sa'd'ın Tabakât, Tirmizî'nin eş-Şemâilü'l-Muhammediyye, Kadı 'Iyaz'ın eş-Şifa isimli kitapları bu konuda kaynak eserlerden bazılarıdır.


Hilye metinleri edebiyat ve hüsn-i hat sahalarında da işlenmiş, müslümanların san'at duygularının ifâde vasıtası olmuş, gönüllerde dînî bir heyecan ve muhabbet uyandırmıştır. Hakânî'nin el-Hilyetü'n-Nebeviyye (Hilye-i Hâkânî) adlı Türkçe manzum eseri dînî edebiyatımızın en güzel örnekleri arasındadır. Hattat Hafız Osman'dan başlıyarak günümüze kadar hüsn-i hatla hilye yazmak bir gelenek haline gelmiştir. Cep için katlanabilir tarzda, murakka'larda, duvarlara asmak için hazırlanmış hutût-ı mütenevvia veya muhakkak, sülüs, nesih ve nesta'lik hatlarla yazılarak zamanının anlayışına göre tezhip edilmiş hilyeler hat san'atının en güzel örnekleri arasında yer alır. Hilye tertibinde çoğu zaman besmelenin yazıldığı baş makam, Hz. Muhammed'in mübârek vasıflarının yazıldığı beyzî veyâ dâirevî v.s. göbek kısmı,i göbek etrâfında dört halîfenin veya peygamberimizin, aşere-i mûbeşşerenin isimleri, Hz. Muhammed'le ilgili âyetlerden biri (el-Enbiyâ 21/107); el-Kalem 68/4; el-Fetih 48/28-29) ve hilye metninin devâmı ve ketebenin yazıldığı etek kısmı bulunur. Hz. Ali'den rivâyet edilen hilye metninin türkçesi şöyledir:

"Hz. Ali (r.a.) Hz. Peygamberi (s.a.) vasfettiği zaman şöyle buyurdu: Hz. Peygamer uzuna yakın orta boylu endâmı gâyet uygun, alnı açık, ne kıvırcık kısa, ne de düz uzun saçlıydı, saçı kıvırcıkla, düz arasında idi. Değirmi yüzlü, duru beyaz tenli, güzel iri kara gözlü, uzun kirpikli, iri kemikli ve geniş omuzluydu. Göğsü ortadan karnına kadar kılsızdı. İki avucu ve tabanları dolgundu. Yürüdüğü zaman, sanki yokuş aşağı iner gibi rahatlıkla ilerlerdi. Sağına ve soluna baktığında, bütün vücuduyla dönerdi. İki küreğinin arasında peygamberlik mührü vardı. Bu, onun sonuncu peygamber oluşunun nişânesi idi. O, insanların en cömert gönüllüsü, en doğru sözlüsü, en yumuşak huylusu ve en arkadaş canlısı idi. Kendisini ansızın görenler, onun heybeti karşısında sarsıntı geçirirler; fakat üstün vasıflarını bilerek sohbetinde bulunanlar ise onu her şeyden çok severdi. Onun üstünlüklerini ve güzelliklerini tanıtmaya çalışan kimse: "Ben gerek ondan önce ve gerek ondan sonra, Resulullah gibi birisini göremedim?" demek sûretiyle onu tanıtmak husûsundaki aczini ve yetersizliğini itiraf ederdi. Allahın salat ve selâmı onun üzerine olsun."


Hâfız Osman hattıyla sülüs, nesih koltuklu kıt'a, hadis-i şerifler
(İÜK, A.Y. nr. 6503)

Hâkânî Mehmed Bey (ö. 1015/1606) Hilye-i Şerîfe (Hilye-i Hâkânî) adlı eserinde Hz. Ali'den rivâyet edilen: "Benden sonra kim benim hilyemi görürse beni görmüş gibidir. Şevkle ona bakan kimseye Allah ateşi haram, kabir azâbından da emin kılar. Kıyâmet ve hüküm gününde Allah onu mahcûb etmez" meâlindeki hadis-i şerifi kaydederek edebî üslûbuyla şöyle tercüme ve tefsir etmiştir:

Bu hadis içre budur kavl-i ehem Ateş-i dûzah olur ana haram Yâni Allah ü tealâ e'lem Eyler ikram ile firevse hıram Nice pâkîze sühanden sonra Fitne-i kabirden ol merd-i Hüda Fahr-ı âlem dedi benden sonra Yevm-i mîzâna dek emîn üzre ola Hilye-i pâkimi kim görse benim Dahî haşretmeye üryan anı Hak Ola görmüş gibi vech-i hasenim Ola gufrânına Hakk'ın mülhak Gördüğünce müteşevvik olsa Anı hırz eylese bir ehl-i sefer Hâsılı hüsnüme âşık olsa Zarar ermez ana der peygamber Arzu etse yüzüm görmeye ol Bu rîvâyât-ı kesîru'l-berekât Kalbine neşve-i Hak etse hulûl Böyle nakloldu Alî'den bizzât

Hâfız Osman'ın müze ve kütüphânelerde bulunan eserleri arasıdna: İÜK, A, 6549; Kâhire Dârü'l-Kütübi'l-Mısrıyye, T. 78, 197 numaralarda kayıtlı bulunan Mushaf-ı Şerîfler, TİEM, 2456, 2469, 2500, 2499, 2461, 2473, 2761, 405; Süleymâniye Kütüphânesi 4, TSMK, H. 2193, 2211, 2213, 2288; GY, 323, III. Ahmed 3655, E.H. 331, İÜK. A. 6522, 6517, 6490, 648, 6479, 6478, 6477, 6746, 6475, 2469, 6473; Dârü'l-Kütübi'l-Mısrıyye F.C. 129, 130, 139, 309, 1910; ABD. Michigan Üniversitesi Kütüphânesi 440 numaralarda kayıtlı bulunan eserleri, kıt'a ve murakka'ları zikredilebilir. Hâfız Osman'ın bir kısım eserleri Bayrampaşa türbedârı Hafız Mehmed Çelebi ile Ahdeb Hasan Çelebi tarafından tezhib edilmiştir.

Pazar günleri yoksul çocuklara, Çarşamba günleri de zengin aile çocuklarına karşılıksız hüsn-i hat öğreten Hâfız Osman'ın Tuhfe'de adı geçen talebeleri arasında şu isimler zikredilir: Sultan II. Mustafa, Sultan III. Ahmed, Yusuf b. Ebî Bekir (ö. 1099/1687); Mehmed (ö. 1106/1695) Halil b. Zeynüddin (ö. 1115/1703); Abdullah b. İbrâhim (Rodosîzâde) (ö. 1116/1705); Yusuf Rûmî (ö. 1121/1709); Ali (ö. 1123/1711); II. Derviş Ali (Anbârîzâde) (ö. 1128/1716); Derviş Mehmed (Kevkeb) (1129/1716); Mehmed Türâbî (ö. 1131/1718); Osman Mîr Alem (ö. 1132/1724); Abdülkâdir b. Defterî (ö. 1133/1720); Mustafa Odabaşı (ö. 1137/1724); Mehmed el-Müezzin (ö. 1139/1726); Süleyman (ö. 1140/1727); Mustafa b. Hasan (ö. 1141/1728); İbrâhim Paşa b. Hasan (ö. 1143/1730); İbrâhim Kemâlî (ö. 1143/1730); Hasan b. Numan (Hasan-ı Üsküdârî) (ö. 1145/1732) İbrâhim b. Mustafa (Kürtzâde) (ö. 1146/1732); Mustafa (ö. 1146/1733); Abdullah b. B. Ramazan e Defterî (ö. 115/1737); Süleyman Nahîfî b. Abdurrahman (ö. 1151/1738); Hoca Hüseyin Heykel (ö. 1152/1739); Mehmed b. Mustafa (Hezârfen) (ö. 1153/1740); Derviş Mehmed Kılavuz (ö. 1155/1742); Mehmed İsmet b. İbrâhim (ö. 1160/1742); İsmâil (ö. 1161/1748), Mustafa b. İbrâhim (ö. 1162/1749); Mehmed (Girîdî) (ö. 1165/1752); Ahmed Vâsif (Bezirganzâde), İsmâil, Hüseyin Çeşmî, Ömer, Şeyh Mehmed (Berberzâde). Hat silsilesi Hâfız Osman'ın bu öğrencileri vâsıtasıyla iki ayrı koldan zamânımıza kadar intikâl etmiştir. Mustafa Râkım, Hâfız Osman'ın sülüs hattından aldığı ilhâmla celî sülüste bir inkilâbı başarmış mektep tesis etmiştir.

1110/1698'de vefât eden Hâfız Osman'ın mensûbu olduğu Koca Mustafa Paşa Sümbül Efendi Dergâhı hazîresine defnedildi. İmam Efendi mezarı başında telkin vermek üzere hazırlandığı bir sırada tekkede yatıp kalkan Sipâhî Mehmed Dede adında bir meczûp imama yaklaşarak, "Efendi zahmet çekme merhûmun kârı tamam ve çoktan mahallinden nakl ile ikram a'lây-ı illiyyîni makam eyledi. Hak Teâlâ şefâatini müyesser eyleye" dediği rivâyet edilir. Hâfız Osman'ın "Hüsn-i hattı biz bildik Osman Efendimiz yazdı" sözleriyle Hâfız Osman'ın takdirkârı olan Ağakapılı İsmâil Efendi'nin yazdığı celî-sülüs kabir kitâbesinde "Allâh ü sübhânehû ve teâlâ hattat Hâfız Osman kuluna ve bilcümle mü'min ve mü'minâta rahmet eyleye bi hürmeti sûreti'l-Fâtiha sene (1110) ibâresi vardır. (1) Yahyâ Kemâl'de Koca Mustafapaşa adlı şiirinde Hâfız Osman'ı şu mısrâlarında âbideleştirmiştir.

Sarmaşıklar, yazılar, taşlar, ağaçlar karışık;
Hâfız Osman gibi hattatla gömülmüş bir ışık
Bu mezarlıkta siyah toprağı aydınlatıyor;
Belli kabrinde, O, bir nûra sarılmış yatıyor.


 

 1-Müstakimzâde, Tuhfe, s.301; Suyolcuzâde, Devhatü'l-Küttab, s.36, 37; Habib, Hat ve Hattatan, s.121, 123; Kemal Çığ, Hafız Osman, İstanbul 1948; Mehmed Süreyya, Sicil, c. III, s.421-422; Mecmuâ, TSMK, H. nr. 1565; Mecmûa,Köprülü Ktp., Âsım Bey, nr. 713; Mehmed Zihnî, Meşâhirü'n-nisâ, İstanbul 1924, c. I, s.96; İbn Sa'd, Tabakât, c.I, s.230-231; Tirmizî, eş-Şemâilü'l-Muhammediye, Beyrut 1985.












































Hiç yorum yok:

Yorum Gönder