29 Kasım 2015 Pazar

Hattat Mir Ali Herevi

(ö.951/1544).Herat'ın tanınmış Hüseynî seyyidlerinden bir aileye mensuptur. 881'de (1476)burada doğdu. Genellikle Meşhed'de yaşadığı için yanlışlıkla Meşhedî olarak da anılmıştır. Müellifi meçhul Reyhân-ı Nesta'lik adlı eserle İ'timâdüssaltana'-nın Matla'u'-şems adlı eserinde hattatın Câm kasabasında olduğunu belirten bilgiler ise gerçege uymamaktadır.Ali Herevî gençliğinde Herat'ta devrin geçerli ilimlerini öğrendikten sonra hat sanatına ilgi duyarak Meşhed'de Zeynüddin Mahmûd adlı bir hattattan nesta'lik yazıyı meşketti. Daha sonra bazen Herat'ta, bazen Meşhed'de yaşayan hattatın gençlik yılları hakkında kesin ve yeterli bilgi yoktur. Hattat Sultan Ali Meşhedî'nin Kavâ'id-i Hutûf'u ile Reyhân-ı Nestâ'lik adlı eserler onun gençliğinde Herat hâkiminin yanında Dîvân-ı İnşâ'da hükümleri yazma işleriyle meşgul olduğunu bildirmektedir. Bir süre sonra Timurlu Hükümdarı Hüseyin Mirza Baykara'nın hizmetine giren hattat bu devirdeki yazılarında Sultânî ve Kâtibü's-sultânî unvanlarını kullanmaya başladı. Şah İsmâil'in 1513'te Herat'ı alması üzerine önce Kerîmüddin Habîbullah Sâveci'nin, ardından da Horasan Valisi SÂm Mirza'nın himayesine girdi. Mâverâünnehir'de saltanat süren Sünnî Şeybâniler 1529'da Herat'ı ele geçirince, hükümdar Ubeyd Han tarafından bazı ileri gelenler ve sanatkârlarla birlikte Ali Herevî de Şeybânîler'in merkezi Buhara'ya götürüldü; orada Ubeyd Han'ın oğlu Abdülaziz Han'a hat hocası tayin edildi ve onun meşkhanesinde çalıştı.Buhara'ya zorla götürülen bu derviş yaratılışlı hattat, burada kaldığı on altı yıl içinde hocalık, kâtiplik, hattatlık yaptı ve şiirle meşgul oldu. Gördüğü iltifatlara rağmen daima evini, vatanını, orada bıraktığı yakınlarının hasretini çekti. Bu gurbet yıllarında yazdığı şiirlerinde bunları terennüm etti. Bu yıllardaki halini anlatan kendi eliyle yazdığı 944 (1537) tarihli dört beyitlik meşhur bir kıtası, bugün Tahran'da Kitâbhâne-i Saltanatî'deki Murakka'i Gülşen'de yer almaktadır. Hattat şair bu kıtasında yazısının güzelliğinden dolayı başının derde girdiğini anlatmaktadır. Bu nüshanın son beytinde bulunan ‘'mecnûn'' sözünün bazı kimseler tarafından hattatın mahlası olarak anlaşıldığını bildiren Mehdî Beyânî Ahvâl'ü Âşâr-ı Hoşnüvîsânadlı eserinde (II,496) bu görüşü reddetmekte ve bu sözün şairin vasfını ifade eden bir sıfat olduğunu ileri sürmektedir.Ali Herevî'nin memleketine dönmek için Şeybânî hükümdarına yazdığı bir rica mektubu da Kitâbhâne-i Saltanatî'de bulunmuştur. Mehdî Beyânî bu mektubu eserinde neşretmiş(II,496-497) ve bunun hattatın nesrine güzel bir örnek olduğunu belirtmiştir. Bütün bu ricaların bir sonuca ulaşmadığı ve sanatkâra Buhara'dan ayrılma izni verilmediği anlaşılmaktadır. Kâdî Ahmed ve Sâm Mirza hattatınölünceye kadar Buhara'da kaldığını bildirirler. Ali Herevî, Şeybânî HükümdârıUbetd Han'ın tahta geçişi münasebetiyle olduğu gibi devletin bazı ileri gelenlerine de methiyeler yazmıştır. Kâdî Ahmed, bu dönemde hattatın Meşhed'de İmam Rızâ Türbesi için bazı yazılar ve kitâbeler hazırladığını bunların birinin, diğer bir kıtasında da İmam Rızâ'yı öven bir şiir söylediğini ve bunun celî-nestâ'likle yazılmış olduğunu kaydeder. P.P. Soucek ise Meşhed'in Ubeyd Han'ın oğlu Abdülaziz'in kontrolünde olduğu 1532-1533 yıllarında, Ali Herevî'ninde muhtemelen onunla beraber Meşhed'de bulunduğu için yazılarını burada yazmış olduğunu ileri sürmektedir. Mehdî Beyânî bu yazıların halen yerinde olup olmadığını bilmediğini belirtmekte, bunların Buhara'da hazırlanıp Meşhed'e gönderilmiş olması ihtimali üzerinde durmakta, ayrıca hattatın kendi kütüphanesindeki 935 ( 1528- 29) tarihli bir sayfalık yazısına dayanarak onun Semerkant'ı ziyaret ettiğini de söylemektedir.Kaynaklar Ali Herevî'nin ölüm tarihi için 924 (1518) ile 976 (1568-69) yılları arasında çeşitli tarihler kaydetmişlerse de onun imzalı ve tarihli eserlerini göz önünde bulunduran Mehdî Beyânî ‘ye göre hattat 951'de (1544) vefat etmiştir. Ayrıca uzun yıllar Herat'ta yaşayan ve Nisârî mahlasını kullanan Buharalı Şeyh Hasan'ın Ali Herevî'nin ölümünden yirmi üç yıl sonra yazdığı Müzekkir-i Ahbâb adlı tezkiresinde, Ali Herevî'nin çağdaşı Mirza Beg adlı birinin rüyada hattatı gördüğünü ve ona ölüm tarihini sorduğunu, onun da ‘'Mîr Alî fevt nümûde'' (Mîr Alî öldü) şeklinde cevap verdiğini ve bunun ebced hesabı ile 951 yılına tekabül ettiğini kaydeder. Cenazesi Buhara'da Fethâbâd'da Şeyh Seyfettin el Bâharzî'nin mezarı civarında Mevlânâ Sâlih sofa'sında toprağa verilmiştir.Ali Herevî, daha önce yetişen ünlü nesta'lik hattatlarından Sultan Ali Meşhedî'nin yolunda yürüyen Zeynüddin Mahmûd'dan yazı meşkederek yetişti. Bazı kaynakların onun Sultan Ali Meşhedî'den ders gördüğünü söylemeleri doğru değildir. Nitekim Ali Şîr Nevâî Mecâlisü'n- nefâis adlı eserinde ondan övgüyle bahsederken Sultan Ali Meşhedî'den ders aldığına dair herhangi bir bilgi vermemektedir.Hoşsohbet, yakışıklı ve güzel ahlâklı bir kişi olan Ali Herevî, daha hayatta iken Ali Şîr Nevâî ve Molla Câmî gibi büyük şairler tarafından takdir edilmiş ve sevilmiştir. Devrinin mühim simalarından olan ve Emîr-i Arab unvanı ile tanınan Mîr Muhammaed Bâkır-ı Yemenî de kendisine hürmet ederdi. Her nedense Kâdî Ahmed gibi yazı sanatından anlayan bazı kişiler, Ali Herevî'nin kendinden önce yaşayan usta hattat Sultan Ali Meşhedî'ye üstünlüğünü açıkça söylemekten çekinmişlerdir. Gerçekte Ali Herevî Ali Meşhedî'nin takip ettiği klasik yoldan yürümüş, fakat harflerinin olgunluğu, keskinliği ve yazı kaidelerine bağlılığı dolayısıyla onu aşmıştır. Nesta'lik yazının ortaya çıkışından sonra bu yazıyı güzelliğinin en üst noktasına ulaştıran Mîr Îmâd'a ( ö. 1024/1615) kadar olan devre içinde yetişen Şah Mahmûd Nîsâbûrî, Seyyid Ahmed Meşhedî; Mîr Muîzüddin Kâşâni ve Baba Şah İsfahânî bir dereceye kadar istisna edilirse, hiç kimsenin onun seviyesine ulaşamadığı nı söylemek mümkündür. Ali Herevî'nin esas ustalığı ince nesta'likte yani kitâbet yazısındadır. Hattında olgunluk çağına Buhara'da ulaşmış olan Ali Herevî'nin sanat hayatının en iyi devresi 935'ten (1528-29) ölümüne kadar olan devredir. Ali Herevî ayrıca döneminin dikkati çeken bir nesir ustası ve oldukça kuvvetli bir şairidir. Şiirlerinde Kâtip mahlasını kullanmış ve Türkçe şiirler de yazmıştır. Bu şiirlerden bir örnek Gülistân-ı Hüner'de neşredilmiştir. Ali Şîr Nevâî'nin de beğendiği şair aynı zamanda muamma söyleme sanatında da isim yapmıştır.Ali Herevî'nin yazılarına Tahran, Meşhed, Kâbil, Hindistan, Leningrad,Berlin, Paris, Kahire ve New York gibi birçok şehrin müze ve kütüphanelerinde rastlamak mümkündür. Ayrıca İstanbul'da Türk ve İslâm Eserleri Müzesi'nde (nr. 1913) bulunan Sa'dî-i Şîrâzî'nin Bostân-ı hattatın kaleminden çıkmıştır. İstambul Üniversitesi Kütüphanesi(FY.nr. 477,1410) ile Topkapı Sarayı Müzesi Kütüphanesi'nde de (Emanet Hazinesi, 2169 nolu murakka') çok güzel eserleri vardır. Burada kendisinin ve oğlu Mîr Muhammed Bâkır'ın da yazıları bulunmaktadır. Eserlerinin bir kısmı ise daha sonra Cihangir (1605- 1627) için hazırlanmış olan ve halen Tahran'da Kîtâbhâne-i Saltanatî'de bulunan Murakka'ı Gülşen'i dedir.Hattatın küçük fakat önemli bir eseri de yazı kaidelerinden bahseden Midâdü'l- hutût adlı risâlesidir. Risâle, Tebriz'de hicrî 1291 yılında Mirza Senglâh'ın Tezkiretü'l hattâtîn adlı eserinin sonuna eklenerek basılmıştır. Bundan başka kaynaklar onun aruz ilminde de bilgi sahibi olduğunu yazmaktadır. Menâkıb-ı Hünerverân hattatın yirmi talebesinin adını zikreder. Bunların çoğu bizzat kendisinden meşketmiş, bir kısmı ise onun yazılarından faydalandığı için talebesi sayılmıştır. Kendisinden meşkedenler arasında oğlu Mîr Muhammed Bâkır, ayrıca Hâce Mahmûd Şehâbî, Mîr Seyyid Ahmed, Mîr Hüseyin Buhârî ve M3ır Çeleme en tanınmışlarıdır. Eserlerinde kullandığı imzalar şunlardır; Ali, Fakir Ali, Mîr Ali Ali Kâtib, Ali Sultânî, Ali Hüseynî, Mîr Ali Kâtib, Mîr Ali Sultânî, Ali Herevî, Ali Hüseynî Herevî, Ali Kâtib-i Sultânî, Ali KÂtibü's-sultânî .

Kâdî Ahmed Kummî,Gülistân-ı Hüner(nşr.A.S.Hansârî), Tahran1352hş., s. 78-83;Alî, Menâkıb-ı Hünerverân, s. 28;Habîbullah Fezâilî, Atlas-ı Hat İsfahan 1391,s. 473-479;B. Atabay, Fihrist-i Murakka'at-ı Kitâbhâne-i Saltanatî, Tahran 1353hş. /1974, s. 334-342;Beyânî Hoşnüvîsân, II, 493-516;''Mîr Ali Herevî Kâtib-i Sultânî'' Mecelle-i Yadigâr, sy. 3, Tahran 1323hş. s.17-32;P.P. Soucek ‘'Ali Herevî'', Elr. I, 864-865 İSAM,Tuhfe-i Hattatin S.691

Hattatın gördüğüm eserleri aşağıdadır.Mustafa ÜZEL




24 Kasım 2015 Salı

Hattat Kemal Batanay,İstanbuli

19 Receb 1310 / 6 Şubat 1893 tarihinde İstanbul’da dünyaya geldi. Babası Hâfız Ziyâ Efendi’dir. İlköğrenimine Sinan Ağa Mektebi’nde başladı, Zeyrek Saliha Sultan Mektebi’nde tamamladı. Sırasıyla Fâtih Rüşdiyesi ve Vefa İdâdîsi'ni bitirdi. On dört yaşında hâfız oldu. II. Abdülhamid’in imamı kıraat âlimlerinden Hacı Niyazi Efendi’den kıraat öğrendi. Bu arada cami derslerine devam ederek dönemin önemli isimlerinden dinî ilimler tahsil etti. Darulfünûn İlâhiyat Fakültesi’ne girdiyse
 de I. Dünya Savaşı sebebiyle tamamlayamadı.

Hattatlığı kadar mûsikî yönüyle de bilinen Kemal Batanay ilk mûsikî derslerini babasından ve onun çevresinden almıştır. Kasımpaşa Küçük Piyale Paşa Camii imamı Cemal Efendi, Neyzen Emin Efendi, Hâfız Ahmet Irsoy, Rauf Yektâ Bey gibi üstadlardan Mevlevî ayinleri ve dinî eserler meşketti. Hüsnü Efendi’den meşk etti. Onun vefatından sonra Hattat Hulûsi Efendi’ye devam etti ve 1918 yılında icâzetnâme aldı. Sülüs ve nesih yazıyı ise Sofu Mehmed Efendi’den meşk etmiştir.

Çeşitli müze ve özel koleksiyonlarda eserleri bulunmaktadır. Hamâmizâde İhsan Bey’in Ömer Hayyam Rubâileri ve Yahya Kemal’in Hayyam Rubâileri isimli eserlerin farsça metinlerini ta’lik hat ile Kemal Batanay yazmıştır. Hattat Hâfız Kemal Batanay 22 Haziran 1981 tarihinde vefat etti. Kabri Feriköy Mezarlığı’nda bulunmaktadır.

Kaynak: İstanbul'un 100 Hattatı, Dr. Süleyman Berk, İBB Kültür A.Ş. Yayınları, 2010.










Hattat Çarşambalı Hacı Mehmed Arif Bey,Çarşanbevi,İstanbuli

İsmindeki "Çarşambalı" nisbesini Fatih'in Çarşamba semtinde oturduğu için alan Mehmed Arif Bey'in doğum tarihi bilinmemektedir. Küçük yaşta Maliye Nezâreti Yazı İşlerine memur oldu. Sülüs ve nesih yazıyı celî sülüsün büyük üstadı Mustafa Rakım (1758-1826) talebesi Hâşim Efendi (ö.1845)'den meşk etti. Ta'lîk yazıyı ise Sami Efendi ile birlikte Kıbrısîzâde İsmail Hakkı Efendi'den başlar, daha sonra ise Melek Paşa Torunu Ali Haydar Bey'e devam eder. Bu konu ile alâkalı Sami Efendi; "Ben, hocamı terketmedim, Arif bıraktı.   Fevkalâde bir hattat olduğu halde, yazıdan on para kazanamadı. Benim ise, babamdan intikal eden pek çok borcum vardı; onları, hep yazıdan kazandıklarımla ödedim. İnsan hocasını terk ederse, feyzi kalmaz, kesilir."Kendisini özellikle celî yazıya veren Arif Bey, müsennâ yazıda güzel örnekler vermiştir, imzasız yazıların hattatlarını tanımada mahir olduğu rivayet olunur. Üsküdar, Özbekler Tekkesi Şeyhi Hezarfen Edhem Efendi, Hulusi Efendi ve hayatı hakkında herhangi bir bilgi bulunmayan Hayreddin isimli hattat, Çarşambalının en önemli talebelerindendir.Üsküdar Selimiye ve Rum Mehmet Paşa Camilerindeki levhaları kendisi yazdı. Gedik Paşa Camii’ndeki bir kitabe ve Aksaray - Valide Camii’nin avluya giriş kitabesi Çarşambalı Arif’e aittir.H. 1310/1892 tarihinde vefat eden Arif Bey, Yâvedûd Kabristanı'na defnedilmiştir. Ta'lik hatla yazılan ve bugün maalesef mevcut olmayan kitabenin metni şöyledir:Huvel-Bâkî
Allahu sübhanehu ve teâlâ, mektubî-i maliyye mukabelecisi meşâhir-i hattâtînden mekârim-i ahlâk ile mevsûf, muhibbi âli abâ el-hâc Ârif Bey kuluna ve bi'l-cümle müminin ve müminâta rahmet eyleye, âmîn Sene 1310.Dipnotlar

M. Uğur Derman, Hattat HACI ÂRİF'ler, isfanbul, 50 San'at Sever Serisi-21, 1965, s.1; a.mlf., "Çarşanbalı Hacı Arif Bey", Kültür ve Sanatta KÖK, c.2, s.13 (Mart 1982), s.14; a.mlf., İKMHS, 220; a.mlf, Sabancı Koleksiyonu, 148; Rado, 227. Bu müellifler haricinde Eşref Edib, İTA, 194, s. 496 ve ibnülemin, Son Hattatlar, s. 50'de Mehmed Arif Bey'in Kazasker Musfafa izzef Efendi'den meşk ettiğini yazmışlardır ki, doğrusu Hâşim Efendi'den meşkettiğidir. Çünkü Mehmed Arif Bey'in yazısının Kazasker üslûbu ile alâkası yoktur. Ayrıca Necmeddin Okyay (1883-1976), Eyüplü Hattat Rıfat Efendi'den, Arif Bey'in, Hâşim Efendi'den meşk ettiğini işitmiştir. (bkz. Derman, Hattat "HACIÂRİF'ler, 2,3)
Eşref Edib, "Çarşambalı Hattat Hacı Arif Bey" İTA, 496; İbnülemin, 50; Derman, Hattat "HACIÂRİF'ler, 3.
Derman, a.g.e., 3; a.mlf., KÖK, 14.
Eşref Edib, a.g.m., 496; İbnülemin, 52; Derman, Hattat "HACIÂRİF'ler, 3.
Hezârfen Edhem Efendi'nin hayatı için bkz. M. Uğur Derman, Türk Sanatında Ebru, İstanbul, Akbank, 1977, s. 32-40.
Hayatı hakkında bkz. M. Uğur Derman, Türk Hat Sanatının Şaheserleri, L55; a.mlf. İKMHS, 222; Muhittin Serin, Hulusi Efendi'nin Ta'lik Meşk Murakkaı, İstanbul, Kubbealtı Akademisi Kültür ve San'at Vakfı, 1999.
İbnülemin, 52.Kaynak: Dr. Süleyman Berk, Eyüplü Hattatlar, Eyüp Sultan Belediyesi Yayınları.






Hattat Şeyh Mehmed Abdülaziz er-Rufai Aktuğ Efendi,Trabzoni

Trabzon'un Maçka kazasında doğdu. Babası Rize eşrafından Molla Mehmed Abdülhamid Efendi, annesi Esma Hanım'dır. Ailesi 93 harbi sırasında İstanbul'a göçtü. Babası önce Akpınar, daha sonra Kağıthane Köyü Camii'nde imamlık yaptı.Aziz Efendi ilk tahsilini Eyüb'de Şah Sultan İbtidaî Mektebi'nde tamamladı. Sıbyan mektebi sıralarında güzel yazıya olan merak ve kabiliyeti dolayısı ile Filibeli Arif Efendi'den sülüs ve nesih yazılarını öğrenmeye başladı. Yazıdaki başarısı ile kısa zamanda hocasının sevgi ve takdirini kazandı. Yazı tahsilini tamamlayıncaya kadar Nuruosmaniye'deki hat mektebine devam etti. 1314/1896'da hocası Arif Efendi ile Reisülhattatîn Muhsinzade Abdullah Hamdi Bey'den sülüs ve nesih yazılarında icazet aldı. Daha önce Karinabadlı Hasan Hüsnü Efendi'den nesta'lik yazısını meşkederek 1312/1894'te ondan da icazet almıştı. Zamanın celî üstadı Sami Efendi'nin Horhor'daki evinde yapılan san'at sohbetlerine devam ederek celî-sülüs, celî nesta'lik yazılarının inceliklerini öğrendi. Kabiliyetinin yanında disiplinli bir hat öğrenimi de gören Aziz Efendi, Şevkî Efendi yoluyla yazıya kendine has bir şive katarak san'at sahasında şahsiyetini ortaya koydu. Emsali arasında "serîü'l-kalem" namıyla şöhret buldu. Divanî, reyhani, muhakkak, tevkî', nesta'lik, rika', rik'a yazılarının bütün inceliklerini bilir ve yazardı. Revnakoğlu: "Aziz Efendi rik'a yazar gibi sür'atle sülüs, nesih ve nesta'lik yazardı. İstanbul'da yazısı en çok görülen bi zattı." diyor. Bilhassa celî-sülüs yazılarının istif ve terkîbinde son derece mahîr olup, çok güzel tuğra resmederdi. Eserlerine önceleri Abdülaziz Eyyubî ve Aziz, daha sonra ise Şeyh Mehmed Abdülaziz er-Rifaî şeklinde imza koydu.İlk memûriyete 13121/895'da Meclis-i İdare-i Emval-i Eytam Kitabeti'nde başladı. 1319/1903'te görevi Mektûbî-i Meşîhat-i Ulya Kalemi Ketebesi'ne nakledildi. Bu arada Şehrî Ahmed Efendi'nin derslerine devam ederek ilmiye icazetnamesi aldı. Ayrıca Özbekler Tekkesi Şeyhi Edhem Efendi'den ebrû san' atını öğrendi. Bir müddet sonra yazısının güzelliği ve ahlakî olgunluğu sebebiyle Ma'rûzat-ı Mühimme Kitabeti'ne terfi etti ve kendisine gümüş liyakat madalyasıyla dördüncü dereceden Mecîdî nişanı verildi. Bu görevinin yanında Medresetü'l-kudat'ta ve Mahmudiye Rüşdiyesi'nde yazı hocalığı yaptı, meşîhat dairesi memurlarına da nesta'lik dersi verdi. Bu sırada Ümm-i Kenan Dergahı Şeyhi Ken'an Rifaî'ye intisap ederek 1910 yılında ondan hilafet aldı.1339/1920'de Mısır Meliki 1. Fuad kendi adına bir Kur'an-ı Kerîm yazdırmak isteyince, ehil bir hattat seçmek üzere, Mısır nakîbüleşrafı Muhammed Ali Biblavî'yi hat üstatlarının merkezi İstanbul'a gönderdi. Biblavî, önce Medresetü'l-hattatîn'de Türk hattatlarıyle tanıştı ve yazılarını inceledi. Tavsiye üzerine Bab-ı Meşîhat'ta Aziz Efendi'yi de ziyaret ederek eserlerini gördü. Bu inceleme ve araştırmaları sonunda, Aziz Efendi'nin aradığı evsafta muktedir bir hattat olduğuna karar verdi. Aziz Efendi, 1922 yılında Mısır hükümetinin isteği, Mısır ve İstanbul İngiliz işgal kuvvetleri yüksek komiserliğinin aracılığı ile resmen Mısır'a davet edildi. Görevli bulunduğu Meşîhat dairesinin 14 Muharrem 1341 (6 Eylül 1922) tarih ve 107 sayılı yazısı ile beş ay izinle Kahire'ye gitti. "Melik Fuad nüshası" olarak bilinen Mushaf-ı Şerîf'i burada Ezher ulemasının kontrolüyle resm-i Osmanî üzere altı ayda yazdı. Bunun tezhîbi de kendisinden istenince izni beş ay daha uzatıldı. Aziz Efendi'nin İslam yazılarındaki üstünlüğünü ve kudretini gören Melik I. Fuad, ülkesinde yok olmaya yüz tutmuş olan hat san' atını canlandırmak için ondan Kahire'de bir hat mektebi açmasını istedi. Aziz Efendi melîkin bu teklîfini kabul etti ve ailesini de yanına alarak Kahire'ye yerleşti.1341/1922 yılı sonlarında Kahire'de Medresetü tahsîni'l-hutûti'l-melekiyye adiyle bir mektep kurularak Halilağa Medresesi'ne bağlanmıştı. Bu mektebin büyük bir ilgi görmesi üzerine, Melîk ikinci bir hat medresesi açılmasını emretti. Bunun üzerine Aziz Efendi 1341/1923 yılı başlarında Şeyh Salih Erkek Medresesi'nde yeni bir hat mektebi kurdu. Her iki mektebin hem müdürlüğünü hem de hat hocalığını yaptı. Önce Melik I. Fuad'ın hususî evkaf dîvanına bağlanan, daha sonra eğitim bakanlığına devredilen bu hat medreselerinin kurulması, Mısır kültür ve san'atı bakımından oldukça önemli, hatta tarihî bir hadisedir.Kahire'nin eskiden beri İslam dünyasının önemli kültür merkezlerinden biri olması sebebiyle buraya çeşitli İslam ülkelerinden ilim ve san'at öğrenmek üzere binlerce genç bu hat medreselerinden de istifade ederek memleketlerine dönmüşler, kendi ülkelerinde klasik Türk hat üslûbunun yayılmasını sağlamışlardır. Bunda Aziz Efendi'nin Kahire'deki on bir yıllık hocalığının önemli bir rolü olduğu aşikardır. Aziz Efendi san'at çalışmalarından artakalan vaktini mevlevîhanede irşad halkasına girenleri manen yetiştirmekle geçirmiştir.Aziz Efendi, Kahire'nin havası sağlığına iyi gelmediği için Nisan 1933'te Mısır hükûmetinden emekliliğini isteyerek İstanbul' a döndü. 16 Ağustos 1934' te vefat etti ve Edirnekapı Mezarlığı'na defnedildi.Hayatı boyunca büyük bir gayretle çalışmış olan Aziz Efendi, Kahire ve İstanbul' da pek çok talebe yetiştirmiştir. Kahire'de icazet verdiği talebeleri arasında Tahir el-Kürdî, Muhammed Ali Mekkavî, Muhammed Efendi eş-Şehhat, Muhammed Ahmed Abdü'l-al, Rızk Mûsa, Abdülkadir Efendi, Abdürrazık Salim ve Abdurrahman Hafız, Arap aleminin önde gelen hattatlarıdır. İstanbul' da icazet verdiği talebeleri içinde de Mahmut Bedreddin Yazır ve Ömer Vasfî, Türk hat san' atında önemli yeri olan kişilerdir.Aziz Efendi hat sahasında güzel eserler bırakmıştır. Bunlar arasında on iki Mushaf-ı Şerif onun en önemli eserlerindendir. O tarihte bu mushaflardan biri Afganistan emîrinde, biri de Hidiv Abbas Hilmi Paşa'nın validesinde idi. Melik I. Fuad için yazdığı Kur'an-ı Kerîm, 1952 ihtilalinden sonra, Kahire İslam Eserleri Müzesinde muhafaza edilmektedir. İki Mushaf-ı Şerîf İstanbul'da damadı Ekrem Hakkı Ayverdi'nin kurduğu Kubbealtı Kültür ve San'at Vakfı Ekrem Hakkı Ayverdi Hat Koleksiyonu'nda bulunmakta, diğerlerinin ise nerede olduğu bilinmemektedir. Hutût-ı mütenevvia ile yazdığı yedi büyük hilye de hat san'atındaki kudretini gösteren önemli eserleridir. Bu hilyelerden biri yine aynı vakfın hat koleksiyonunda, biri İstanbul'da Ümm-i Kenan Dergahı'nda, biri de Emin Barın hat koleksiyonunda bulunmaktadır. Hayatının en olgun dönemine rastlayan Kahire'deki hocalığının bugün Arap aleminde hat san'atının klasik yazı formlarının bozulmadan günümüze ulaşmasında ve ilerlemesinde önemli ölçüde roloynadığı kabul edilmektedir. Yirmiyi aşkın sülüs-nesih ve nesta'lik meşk albümü ile nesta'lik hatla yazdığı Kasîdetü'l-bürde ve sülüs-nesih el-Kasîdetü'n-nûniyye Kahire'de yayımlanmıştır (1343/1924). Ayrıca Bursa Ulu Camii'nde iki, İstanbul'da Türk ve İslam Eserleri Müzesi'nde 116 parça levhası ile, özellikle Ekrem Hakkı Ayverdi Koleksiyonu'nda çeşitli yazı örnekleri ve levhaları bulunmaktadır.Kaynak: Hikmet.net
























Hattat Mehmed Tevfik Ebuzziya,İstanbuli

Maliye Sergi Kalemi memurlarından Hasan Kamil Efendi'nin Mehmed Tevfik  17 Şubat 1849'da İstanbul'da doğdu. Osmanlı dönemi gazetecilerinden ve yayıncılarındandır. Asıl ismi Mehmed Tevfik olan sanatçı Cevriye Kalfa Sıbyan Mektebi'ni bitirdi. Babasını küçük yaşta yitirince öğrenimini bırakarak Maliye Sergi Kalemi'nde çalışmaya başladı. Özel dersler alarak kendisini yetiştirdi. 1864'te Ruzname-i Ceride-i Havadis gazetesinde yazmaya başladı.Namık Kemal ve Şinasi ile tanıştıktan sonra Yeni Osmanlılar Cemiyeti'ne girdi. Tasvir-i Efkar, Terakki, Diyojen, Hayal, Çıngıraklı Tatar, Hakayikü'l-Vekâyi gibi gazete ve dergilerde yazılar yazdı. Şûray-ı Devlet (danıştay) üyeliğine seçildi. 1872'de bu görevden ayrılarak kendisini tümüyle yazmaya verdi. Namık Kemal, Reşad ve Nuri beylerle 1872'de "İbret" gazetesini yayınlamaya başladı. 1872'de "Hadika" isimli bir günlük gazete, 1873'te "Salname-i Hadika" isimli özel bir yıllık çıkardı. 1873'te günlük "Sirac" gazetesini yayınladı.1873'te Namık Kemal'in "Vatan Yahut Silistre" oyununun sahnelenmesinden sonra çıkan olaylar nedeniyle Rodos'a sürüldü. Sürgün yıllarındaki yazılarında Ziya'nın babası anlamına gelen Ebüzziya imzasını kullandı. 5'inci Murat'ın tahta çıkmasından sonra bağışlandı. 1876'da İstanbul'a döndü. Aynı yıl Kanun-i Sani'nin (anayasa) hazırlık çalışmalarına katıldı. 1877'de Bosna Mektupçuluğu'na atandı. 1878'de yurda dönüşünden sonra "Salname-i Ebüzziya" isimliği yıllığı yayınlamaya başladı. Bu yıllığı "Salname-i Kameri, Rebi-i Marifet, Nevsal-i Marifet" ve "Takvim-i Ebüzziya" adlarıyla 1900'e kadar çıkardı. 1889'da kadınlar için "Takvimü'n-Nisâ" adlı bir yıllık daha çıkardı. 1880'de "Mecmua-i Ebüzziya" dergisini çıkarmaya başladı, 1882'den sonra "Kitaphane-i Meşahir, Kitaphane-i Ebüzziya" adıyla iki dizi halinde kitaplar yayımladı.1881'de "Matbaa-i Ebüzziya" adıyla modern bir basımevi kurdu. Gazetecilik ve yayıncılığının yanı sıra usta bir hat ve tezhip sanatçısıdır. 1900 yılında Konya'ya sürüldüğü dönem, daha önceden de çalıştığı "Kufi Hat", "arabesk" süsleme çalışmaları yapan Ebuzziya Konya'da bu ilgisini duvar seccadelerine yansıttı.Necm Sûresi'nin ilk ayetlerini yazan  Mehmet Tevfik Ebüzziya'nın Kufi yazıyla başta kitap başlıkları olmak üzere güzel eserleri vardır. İstanbul Kızıltoprak'daki Zühtü Paşa Camii'nin kûfi hatla yazılan kuşak yazısı Ebüzziya'nın eserleri arasındadır. Yaşadığı dönemde Osmanlı paralarının tasarımını da yapan Ebüzziya, 27 Ocak 1913'te İstanbul'da vefat etti.

Hattat Kazasker Mustafa İzzet bin Mustafa,Kastamoni,Tosyevi

Türk mûsikîsi ile hat san'atlarında altın çağın idrâk edildiği XIX. Asırda bestekâr, neyzen, hânende, devlet adamı ve hattat olarak büyük bir şöhrete sâhip olan Mustafa İzzet Efendi, Tosya'da dünyâya geldi. Babası Destan (Destbân veya Bostan) Ağazâde Mustafa Ağa'dır. Anne tarafından soyu Tophâne Kâdîrîhâne dergâhı mezarlığında medfun peygamberimiz neslinden İsmâîl-i Rûmî'ye ulaşır. Babasının ölümü üzerine annesi, Mustafa İzzet Efendi'yi tahsil için İstanbul'a gönderdi. Fâtih Başkurşunlu Medresesinde Arapça ve dînî ilimleri öğrenmeye başlayan İzzet Efendi, sesinin güzelliği ve mûsikîye olan merâk ve kâbiliyeti sebebiyle, Kömürcüzâde Hâfız Şeydâ'dan mûsikî meşketti. Bir Cuma günü Hidâyet Câmii'nde müessir, dâvûdî bir ses ve güzel bir edâ ile okuduğu Na't-ı Şerîf'i çok beğenen pâdişah II. Mahmud, Silâhtar Gazî Ahmed Paşazâde Ali Paşa'ya onun san'at öğrenimi ve terbiyesiyle alâkalanmasını emretti. Sultânın bu irâdesi üzerine Ali Paşa, bir müddet İzzet Efendi'yi kendi dâiresine alarak saray için yetiştirdi. Ali Paşa'nın yanında gördüğü bu tahsil ve terbiyeden sonra, Galatasaray'ına alınan İzzet Efeni üç yıl Galatasaray'ında ilim ve mârifetini daha da geliştirdi. Bu esnâda kudretli bir hattat, iyi bir hânende ve usta bir neyzen olarak kendini gösterdi. Bu hünerleri sâyesinde şöhreti saraya kadar aksedince Enderûn-ı Hümâyun'a alındı. Sarayda pâdişâhın ihsâna gark ettiği Şâkir Ağa, Dellâlzâde İsmâil Ağa, Suyolcu Sâlih Efendi, Kömürcüzâde Hâfız Efendi, Basmacı Abdi Efendi gibi kudretli bir san'atkâr kadrosu içinde mûsikî bilgisini ve hünerini geliştirme imkânı buldu. Pâdişâhın huzûrunda yapılan fasıllara hânende ve neyzen olarak iştirâk etti. Sarayda san'at hayâtının en olgun çağını idrâk eden İzzet Efendi, Türk mûsikîsine olan vukuf ve yüksek san'at anlayışı sebebiyle bütün san'atkârların hürmet ve takdirlerini kazandı.

Mûsikîde olduğu gibi Hat San'at târihinde en önemli bir mevki işgal eden İzzet Efendi, sülüs ve nesih yazılarını Çömez Mustafa Vâsıf Efendi (ö. 1269/1853)'den, nesta'lîk yazısını da Yesârîzâde (ö. 1265/1849)'den öğrenerek me'zun oldu.

İlim ve san'atı, kâmil bir insan olma yolunda vâsıta kılmış olan İzzet Efendi, etrâfının iltifat, îtibar ve alkışlarını kendisine sağlanan ikbal ve yüksek mevkileri, tasavvuf terbiyesinden aldığı prensiplerle arka plana atmayı bilmiş bahtiyarlardandı. Fakat zamanla saray hayâtından iyice sıkılan İzzet Efendi, hacca gitmek için izin istedi. 1246/1830'da müntesibi olduğu Nakşî şeyhlerinden Ali Efendi ile berâber hacca gitti. Mekke'de bir müddet Şeyh Mehmed Can Efendi'nin hizmetinde bulundu ve onun yanından seyr ü sülûkünü tamamladı. Dönüşte ilim muhitlerinden istifâde maksadıyla yedi ay Mısır'da kaldı. İstanbul'a döndükten sonra Mahmud Paşa Hamamı yakınlarında bir ev satın olarak yerleşti ve özlemini çektiği, saraydan uzak, dervişâne bir hayâta başladı.

Bir Ramazan günü Bâyezid Câmii'nde kâmetini dinleyen pâdişah II. Mahmud: "Kâmet alan kimdir?" diye sordu. Bunun üzerine: "Bir Özbek dervişidir" diye arzettiler. Pâdişah: "Mustafa Efendi'nin sesini ben tanımaz mıyım, beni mi aldatıyorsunuz?" dedi. Kendisini terkederek, derviş kıyâfetinde dolaşmasına son derece müteessir olan pâdişah onun cezâlandırılmasını istedi ise de sonra affetti. Tekrar saraya alınan İzzet Efendi, huzur fasıllarına bâzen ney üfleyerek bâzen de sesiyle katıldı. II. Mahmud'un ölümünden sonra, Eyyüb Sultan Câmii hatipliğine tâyin edildi. 1261/1845'de de I. Sultan Abdülmecid'e ikinci imam oldu. Sırasıyla Selânik, Mekke, İstanbul ve Anadolu Kazaskerliği pâyesi verildi. Daha sonra şehzâdelere yazı ve bedi Besmele hocalığı, Nakîbü'l-Eşraf ve fiilen Rumeli Kazaskerliği yaptı. Halim velîm, vakur, zarif, nüktedan ve âbir bir zat olan İzzet Efendi'nin şiirleri de vardır.

27 Şevval 1293/1876'da vefât eden İzzet Efendi, Tophâne'de Kâdirîhâne hazîresine defnedildi. Mezar kitâbesi talebesi Muhsinzâde Abdullah Bey tarafından yazılmıştır.

Dînî ve lâdîni mûsikî formlarından yirmi üç eseri zamânımıza kadar gelmiş olan İzzet Efendi, sülüs ve nesih yazılarında zamânının şeyhi ve Hâfız Osman'ı kabul edilir. Celîde zaman zaman Mustafa Râkım yolunda da eser vermekle berâber, kendine mahsus bir üslûba sâhiptir.

İzzet Efendi'nin on bir Kur'ân-ı Kerim, iki yüzden fazla büyük ve küçük boy hilye (TİEM, 408 numarada kayıtlı Kur'an-ı Kerîm, TSMK. GY. Biri 379 numarada kayıtlı 1287 târihli yazdığı büyük boy hilye ile 1243 numarada kayıtlı 1293 târihli büyük boy hilye bu sâhadaki eserlerine örnek olarak gösterilebilir), on beş kadar Delâilü'l-hayrat otuzdan fazla enâm, sayısız murakkaâr ve kıt'ata, Ayasofya Câmii'nin 7.5 m çapında büyük, dâirevî, celî sülüs çehâr-ı yâr levhaları, Bursa Ulu Câmii'nde iki büyük levha, İstanbul'da Hırka-ı Şerif Câmii, Dolmabahçe Sarayı, Ali Paşa Mescidi, Harbiye Nezâreti (İstanbul Üniversitesi) tak kapısının iç tarafındaki celî nesta'lık kitâbe yazıları, Ayasofya Hünkâr Mahfili, Bâbıâli Nallı Mescid, Mısır'da Mehmed Ali Paşa Türbesi kitâbeleri, Washington'da 1269'da Sultan Abdülmecid tarafından hediye edilmiş Râkım imzalı tuğra altında iki satır celî nesta'lik, zafer âbidesi kitâbe yazısı, Ayasofya, Hırka-i Şerif, Büyük Kasım paşa, Küçük Mecidiye, Sinan Paşa, Yahyâ Efendi câmileri celî sülüs, nur âyeti kubbe yazıları san'at dünyâmıza bıraktığı eserleri arasında zikredilebilir. Harf inkılâbından önce matbaalarda kullanılan hurufat Kazasker'in eseridir. Ayrıca Keşfü'l-İrâb ve Avâmil Muribî adlı iki telifi vardır. Mûsikide Tarz-ı Cedîd makâmı onun terkîbidir.

Hat san'atı sâhasında yetiştirdiği talebelerinden Mehmed Şevket Vahdetî (ö. 1288/1871); Şefik Bey (ö.1297/1880); Muhsinzâde Abdullah Bey (Reîsü'l-hattatîn) (ö. 1317/1899); Abdullah Zühdî Bey (ö. 1296/1879); Hasan Rızâ Efendi (ö. 1338/1920); Kayışzâde Burdurlu Hâfız Osman (ö. 1311/1894); Mehmed İlmî Efendi (ö. 1342/1923); Mehmed Hilmi Efendi (ö. 1318/1900); Hafız Hasan Sırrî (ö. 1325/1907); Hafız Hasan Tahsin (1331/1916) Siyâhî Selim efendiler önde gelen hattatlardandır. (1)

 
 
 
 1-İbnülEmin, Son Hattatlar, s. 158-166; A. Süheyl Ünver, Hattat Mustafa İzzet ve Eserleri, İstanbul 1953; Tayyarzâde Ahmed Ataullah, Atâ Târîhi, İstanbul 1291, c. III, s. 16; Uğur Derman, Türk San'atının Şâheserleri, s. 28; İbnülemin, Hoş Sadâ, İstanbul 1958, s. 225; Yılmaz Öztuna Türk Mûsikîsi Ansiklopedisi, c. II, s. 48, 49; Abdurrahman Şeref, Târih Musâhebeleri, s. 314-318; Letâif-i Enderun, s. 189, 278, 465; Mehmed Süreyyâ, Sicil, s. 462, 463; Mehmed Tâhir, Osmanlı Müellifleri, c. II, s. 329, 330; Habib, Hat ve Hattâtân, s. 155-176; Fâik Reşad, "Kazasker Mustafa İzzet Efendi" Hazine-i Fünûn, İstanbul 1313, sy. 11, s.93.